Kadın: İnsanlığın Dengesi ve Yaratıcı Gücü

Kadın kelimesi, yüzyıllardır biyolojik bir cinsiyeti tanımlayan dar bir çerçeveye sıkıştırıldı. Oysa kadın, yalnızca bir bedende var olan kimlik değil; insan ruhunun derinliklerinde yankılanan üretkenlik, sezgi ve şefkatin adıdır. Kadın olmak, yalnızca bir cinsiyetin değil, insanın ruhsal bütünlüğünün bir yönünü temsil eder. Erkek ve kadın, biyolojik ayrımlardan bağımsız olarak insanda iç içe geçen enerjilerdir; varoluşun iki kanadıdır.

Toplum, kadın ve erkeği birbirinden kopararak, doğal uyumu bozdu. Oysa gerçek güç, iki enerjinin iç içe geçtiği noktada doğar. Kadın, yaşamın içine şefkatle dokunan, karanlığa ışık düşüren, yaratıcılığı, sezgiyi ve bilgeliği temsil eden bir frekanstır. Erkek, koruyuculuk, yönlendirme ve dinamizm ile bu bütünü tamamlar. Bir kadında eril enerji ne kadar varsa, bir erkekte de dişil enerji bulunur. İnsan, kendi içindeki bu kutupları dengeleyebildiğinde, hakikatine ulaşır.

Binlerce yıl boyunca erkek egemen sistemler, kadını annelik rolüyle sınırlandırarak, onu üretimin ve gücün dışında bırakmaya çalıştı. Ancak doğuran yalnızca beden değildir; insan zihniyle, ruhuyla da doğurur. Bilgiyi, sevgiyi, adaleti, sanatı, bilimi doğuran, yeryüzüne anlam katan, hem kadın hem erkektir. İnsan, sadece fiziksel olarak değil, ruhsal ve zihinsel olarak da üretendir.

Modern bilim de bu dengeyi doğruluyor. Kuantum mekaniği, parçacıkların hem dalga hem madde olabileceğini gösterdiğinde, bize evrendeki her şeyin çift kutuplu ama aynı zamanda birleşik olduğunu öğretti. Kadın ve erkek de bu prensiple var olur: Birbirine karşıt değil, birbirini tamamlayan enerjiler olarak. Tıpkı kuantum dolanıklığı gibi, insanın içindeki eril ve dişil yanlar bir bütünü oluşturur ve biri değiştiğinde diğeri de dönüşür. İnsanlık, bu temel uyumu kavradığında gerçek potansiyeline ulaşacaktır.

Kadını yalnızca biyolojik bir kimliğe hapsetmek, insanın özüne yapılan en büyük haksızlıktır. Kadın ve erkek, birbirine üstün gelen değil, birbirine değer katan, birbirinin varlığıyla anlam kazanan iki tamamlayıcı unsurdur. İnsan, içindeki bu iki enerjiyi dengelediğinde, gerçek özgürlüğünü keşfeder.

Kadın bilinci, yalnızca bir cinsiyete ait değildir. Kadın bilinci, duyarlılığı, sezgiyi, üretkenliği ve şefkati temsil eder. Bu bilinç, her insanda mevcuttur. Erkek ve kadın, toplumsal rollerin sınırlarından özgürleştiğinde, insanın gerçek doğasını keşfetmesi mümkün olur. Gerçek anlamda gelişmiş toplumlar, cinsiyet ayrımcılığı yapmayan, insanı bir bütün olarak gören toplumlardır.

Kadın bedende doğanlar için mücadele henüz bitmedi. Ancak bu, yalnızca kadınların değil, insanlığın tamamının mücadelesidir. Özgürlük, adalet ve eşitlik, insan olmanın temel haklarıdır ve hiçbir biyolojik ayrım, bu hakların önüne set çekemez. İnsanlık, artık eski paradigmaları yıkarak, yeni bir bilinç ve dengeye yönelmek zorundadır.

Kadın ve erkek, birbirine karşı konumlandırıldığında değil; birlikte uyum içinde var olduğunda insanlık gerçek potansiyeline ulaşabilir. 8 Mart’ta yalnızca kadınları değil; içimizdeki kadın bilincini, üretkenliği, duyarlılığı ve dengeyi kutluyoruz. Kadınlık ve erkeklik, bir sınır değil, insanın içindeki evrensel dengenin iki yüzüdür. Bu dengenin farkına vararak, insanlığı yeniden inşa etmek bizim elimizde...

Dünya kadın olduğunda, insanlık doğar.

~ Hande Dengim B

Sayfa Yorumları (0 )

Yorum Ekleyin